19 Kasım 2018 Pazartesi

ÖZGÜR OLMAK NEDİR?


Özgürlüğün herkesçe bir tanımı vardır, herkesin özgürlük anlayışı farklıdır. Kimine göre esaretten kurtuluş, kimine göre sağlık, kimine göre aşk, kimine göre yalnızlık, kimine göre ayakta kalmak, kimine göre her şeyi tek başına halletmektir.
Bir annenin bebeğini kucağına almasıdır özgürlük, sancılar içinde kıvranan bedeninin, acısını ruhunun her yerinde, vücudunun her zerresinde hissettiği ağrıların sonunda selamlamasıdır bebeğini özgürlük.
İstediği hayatı yaşayan bir adamın düşüncesidir özgürlük.
Yalnız kalmış bir kadının hayata tutunmasıdır özgürlüktür.
Aşkın her anına iliklerine kadar yaşayan bir adamın hisleridir özgürlüktür.
Yani diyeceğim o ki özgürlük; herkese göre farklı yorumlanan sonsuzluktur.
Belki de senin özgürlük diye adlandırdığın hayat ayağına dolanmış bir prangadır. Anahtarını bulamadığın bir pranga.’
Bunu en iyi anlatan cümleyi bulmayı çalışırken bir yandan da kendi içimde özgürlüğü sorguluyor, anlamaya çalışıyorum.
Içindeki sen, senin içindeki kendinle mücadelen belki engeldir özgür olmana. Sen ne kadar ‘ evet artık özgürüm, ben özgürüm’ diye haykırsan da, belki de düşüncelerin tam olarak izin vermiyordur özgürlüğü yaşamaya. Sonsuz olan bu kelime seni ne kadar sonsuzluğa götürüyor mesela. Şu an bu hayattan istediklerini bir düşün, neleri yerinden alıp bir başka masaya koymaya çalıştın. Hangi düşünceni bir rafa kaldırıp devam edebildin, hangi sevgini yok sayabildin, hangi özlemini unuttun, hangi acını yok saydın bu dünyada. Özgür olmak ucu açık bir kelime, ucu açık bir yaşam. Bu yaşamın neresindesin sen?
‘Senin kısıtlandığın yerde devreye girer özgürlük’
Hayallerin, yaşamak istediğin hayatı seçerken nelerden vazgeçtiğini, vazgeçirildiğini bir düşün. Sevdiğin ne varsa şu an, bunların tam tersi seni özgür hayata iten sebeplerdir. Sevdiğin işi yap, özgürsün, sevdiğin insanla yaşa özgürsün, sevdiklerin yanında olsun özgürsün işte. Bunlardan biri eksikse, ve sen şu an mutlu değilsen, özgürlük bu hayatın neresinde? Ya içindekileri susturman gerek, ya da sakin bir yaşam sürmen gerek, hangisini seçersen seç bir yanın hep ‘kendine tutsak’ kalacak. Bir yanın hep eksik, bir yanın hep ağrılı.
Diyeceğim o ki, özgür olarak yaşamak istediğin hayat belki de senin tutsağın olur. Bunun için bedel ödersin, ağrıların olur günlerce, aylarca, yıllarca. İyice ölç tart, hayatın boyunca çekmek ister misin sancıları. Bir yanın sürekli takılı kalmışken sevdiklerine, bir yanında bilmediğin bir yolculuğa gitmeye hazır mısın? Yaşamadan bilemezsin, ama yaşayanlara sorabilirsin?
Bakar mısınız, size bir şey sormak istiyorum hanımefendi. Özgürlük sizin hangi parçanız? Bana anlatır mısınız, içinizdeki sesleri dinlemeden, kendinizi unutarak yaşadığınızda mı özgür oluyorsunuz? Yoksa kendinize biraz tutsak, biraz uzak olunca mı?

18 Kasım 2018 Pazar

Tükendik mi?

Bir neslin, bir toplumun var olan sendromu bu mu bilmiyorum ama gözlemediğim ve deneyimlediğim kadarıyla tükendik. Evet yanlış duymadınız tükendik,tükeniyoruz.
 Aşırı strese bağlı yaşamın, fiziksel ve ruhsal olan çöküntü hali olan bu sendrom ilerleyen süreçlerde de bizi içine çekecek gibi duruyor.
Bu konudaki fikrim şöyle ki; hızlı yaşayan,hızlı tüketen bir toplum yolunda ilerliyoruz. Kurduğumuz arkadaşlıklardan, yediğimiz yemeklerden, sosyal medyanın bizi her daim daha çok içine çekmesinden, istediğimiz şeylere kolay ulaşma, kolay elde etme gibi bir çok nedenler bu sendromu insanın hayatında fazlaca etkisi altına alıyor. 
Telefonun ilk çıktığı dönemlerden bu yana, büyüyen ve gelişen teknolojinin bizi içine çektiği dönemde sosyal olurken aslında içimizde yalnızlaşan ve terk edilmişlik duygusunu yaşatan bir algı beliriyor. Kimsenin kimseye vakit ayırmadığı, bunun için uğraşmadığı bir çağ yaşıyoruz. Eskiden arkadaşlarla buluşmak, dertleşmek, sohbet etmek için bir araya gelen bir toplum şimdilerde sadece fotoğraf çektirmek, gittiği yerlerde arkadaşlarını etiketlemek, gittiği yeri bildirmek için yapılan bir arkadaşlık anlayışına dönüştü. 
Kimsenin kimseye tahammülü kalmadığı bir toplumda var olmak, mutlu yaşamak, huzurlu olmak, anlamak, hissetmek sanırım çok eskilerde kaldı. Herkes kendi içinde kendi yabancı, kendine yabancı olduğu için bir başkasına da tahammül edemiyor.
Aşırı stresin getirdiği durumlar, insanın kendi isteklerinin sürekli ön plana çıkması, gelecek kaygısı yaşayan insanların, ekonominin sürekli artış göstermesi, ve insanoğlunun daima dahasını istemesi bu sendromun sebepleri arasında. 
Peki ne yapabiliriz bu durumdan kurtulmak için, bu durumun içinden çıkmak aslında insan için çok kolay bir o kadar da çok güç bir durumdur. Benim fikrim sevdiklerinize bol bol vakit ayırın ve onlarla sanal olmayan şeyleri paylaşın yani gerçek sevgiyi. Telefonunuzu, tabletinizi, bilgisayarınızı bir köşeye bırakıp sadece sarılın ve hissedin. Sevildiğinizi bilmek ve onu hissetmek insana iyi gelen en güzel ilaç. Sevginin olduğu yerde kimse tükenmez, sevginin olduğu yerde her zaman güzellikler olur böylece bunu tüketmeden, kim olduğunu hatırlayarak daha kolay adım atabilirsin. 
Hem sevgi var olduğu sürece hayatın bir anlamı olur, sevgiyi hissettiğin sürece mutlu olur, huzurlu ve uzun yaşarsın. 
Benim fikrim sevgiden yana, benim arayışım da sevgiden yana. Sevdikçe güzelleşen bir dünya dilerim... 

14 Kasım 2018 Çarşamba

'Seni Seviyorum'

'Sevgiyi bilmeyene,sevgiyi anlatıyorum.'
Sevmek, insanın içinde var olan en eşsiz, en özel, en güzel duygudur. Kanatlarının ruhundaki izidir sevmek... Bu yüzden sevmek,sevebilmek bir insanın iç dünyasının Allah tarafından verilmiş en önemli hazinesidir. Gerçekten sevebiliyor muyuz?  
Bunu şöyle anlatmak istiyorum. 
Bastırılmış duyguların altında saklı, gün yüzüne çıkmayan 'gizli sevgi.' Bu sevgilerin en önemli özelliği çocuklukta yaşadığı bastırılmış ve ortaya çıkmamış,çıkartılamamış sevgilerdir. Ailesinin sevgisine muhtaç olarak büyüyen neslin, baba sevgisinin tam olarak ne olduğunu bilmeyen kız çocuklarının büyüdüklerinde başka bir omuz da sevgiyi aramasıdır. Ve asla dış dünyadaki insanlara tam anlamıyla sevgisini belli edemeyen içine kapanık bir sevgi anlayışıdır. İç dünyasında yaşadığı o duyguyu yıllar geçse de gün yüzüne çıkartmadan yaşadığı, ona göre özel olan insanlara söyleyebileceği o kelime 'seni seviyorum' tam anlamıyla ait olduğu dünyasında, ait olduğa kişiye bağışlanmış bir armağandır. 
Peki gerçekten ait olduğu kişi, bu cümleyi tam anlamıyla tanımlıyor mu? Ait olmak kelime anlamıyla 'birinin olmak, birine düşmek.' İnsan severken, sevginin büyüdüğünü,yeşerdiğini hissederken, sevgiye sonsuzluğu eklediği zaman hissettikleri karşısında ait olduğu kişinin düşüncesi önemli midir? 
Bu konudaki fikrim şudur, biz insanları severken onların düşünce yapısına aldırış etmeden, içimizden gelerek,hissederek severiz. Karşımızdaki kişinin düşüncelerini pek önemsemeden, onun hislerini bilmeden severiz. Eğer karşılık beklediğimiz bir sevgi varsa burada ortaya çıkan çıkar dünyasının oluşturduğu bir sistem oluşur. 
Sevmek en güzel şeydir. İçimizdeki sevgileri yok saymadan, bugün yarın yıllar sonra bile 'seni seviyorum' demeyi ertelemeden ve karşılık beklemeden, çocukluğunın o saf dünyasıyla söyleyebilmek bizi biz yapan en değerli, en kıymetli hazine olarak saklayacaktır kutusunda yıllarca..
Yıllara içimizdeki 'sevmeyen insanları' sevmeyi anlatarak meydan okuyabiliriz. Ben seni seviyorum, senin var oluşun için seni seviyorum demek için belki de buradayım. 
Seni seviyorum. 
İyi günler...


12 Kasım 2018 Pazartesi

BOŞLUK

İnsan sevmeyi bilmeli, insan saymayı bilmeli. Ruhunu dinlemeli,dinlendirmeli. Müziğin ritmine aldırmadan dans etmeli insan, severek öpmeli, severek sarılmalı. Boşluktan sıyrılmalı işte.
Boşluk... İnsanın içinde kocaman bir yer kaplar. Kimi zaman yok eder her şeyi, kimi zaman hapsolur içine, çıkamaz oradan. Bazen ürkütücü, bazen korkusuzdur orası. Nereye adım atsan, nereye dönsen çarpamazsın bir şeye. O kadar boş ki bir o kadar da dolu. Kayboluyor insan içinde. Sevmeyi arıyor, ama elinin değdiği bir yer yok, ne aradığını ne bulduğunu bilemiyor. Bilmek istiyor mu gerçekten? Korkuyorsun sen de, içine hapsolduğun şeylerden, kaçıyorsun. Oysa ruhunu teslim etmelisin, aldırış etmeden,düşünmeden, bazen geçmişi yok etmelisin beyninden... 
Olmuyor değil mi? Yok ettiklerin daha doğrusu yok edemediklerin. Kaçtığın yerde buluyor seni en istemediğin, en ummadığın zaman diliminde. Orası doldurulamayan bir boşluk işte. Tamamlanamayan bir yara gibi. İnsan yaralarını kendi sarmalı, üzerine tuz basmalı, acısını içine atmalı. Kendi yaralarını kapatmalı. Bazen kapanmayan yaraları görmeyelim diye yara bandı sarmalı. İçine atarak bir boşluğa koymalı. Acısını kendi hissetmeli, acısını içine çekmeli... 

Canın acıyor mu? 
Benim bazı anlar da canım çok acıyor. Bazı anlar da canım acıyor... 

ÖZGÜR OLMAK NEDİR?

Özgürlüğün herkesçe bir tanımı vardır, herkesin özgürlük anlayışı farklıdır. Kimine göre esaretten kurtuluş, kimine göre sağlık, kimin...